Halkevi Panel 3
Açık denizlerde seyreden bir gemi batar ve kurtulan iki insan birbirinden uzak iki farklı adaya yorgun ve bitap bir şekilde çıkar. Şimdi bu iki ayrı insan bilinç ve karakter yapılarına bağlı olarak değişik biçimde hareket edebileceklerdir.
X adasına çıkan A, oldukça birikimli, kendinden önceki insanlık bilinç yaratımlarının büyük oranda farkında, kendine güvenen, yaratıcı, daima geleceğe yönelmeyi ve gelişmeyi seven biri olsun. Y adasına çıkan B ise daha fazlasıyla duygusal, kendinden önceki insanlık bilinç yaratımlarını abartarak adeta kuttsallaştıran, bu anlamda geçmişle daima idealize bir ilişki içinde olan, kısmen de kendine güvensiz bir insan olsun. Batan gemiden kurtulmayı başararak iki farklı adaya çıkmış bu iki farklı insan elbette farklı biçimlerde davranacaklardır. A adaya çıkar çıkmaz, iddia edilebilir ki, yüzünü hemen adaya çevirecek ve adada ihtiyaçlarını karşılayabilecek keşifler yapmaya yönelecektir. Çünkü onun önünde belki de orada kendi yeni uygarlığını kurma süreci durmaktadır. Böylesi bir durum insanlığın dünyaya ilk doğuşuna benziyor olsa da ondan çok farklıdır. İnsanımız A, adaya hafızasını kaybederek boş bir bilinçle değil, belli bir bilinç ve deneyim birikimiyle gelmiştir ve karakteri gelişmeye açıktır. Bu bilinç ve deneyim birikimi onun geçmişidir ve o, bu geçmişini adanın yeni şartlarında kuracağı yaşamında etken olarak kullanacaktır, yoksa şablon veya ideal olarak değil. İnsanımız B ise, yine iddia edilebilir ki; adaya çıkar çıkmaz, yüzünü adaya değil, hemen açık denizlere geri çevirecek ve geçmişinin duygusal dehlizlerinden onu kurtarmaya gelecek bir geminin ufukta görünmesini beyhude bekleyecektir. Bu bekleyiş onun temel yönelimi olacaktır ve bu nedenle adayla bir kaynaşma-keşif-yaratım ilişkisi kurmayacak, tam aksine adadan korkarak daima deniz kenarında, gözlerini denizden ayırmadan, geçmişinin nostaljik anılarıyla duygusal olarak beslenerek geçirecektir zamanını. Bu olsa olsa, insanımız B’nin farkında bile olmadığı bir sona aceleyle gidiş, bir hüzünlü tükeniştir aslında. B adada yeni yaşamını kurmaya yönelmemiş, deniz kenarında enerjisi bitinceye kadar beklemeyi yeğlemiştir. Açlık ve susuzluk onu adaya yönelttiğinde ise çok geç olacaktır. Adanın yeni olanaklarından yararlanabilecek enerjisi ve gücü kalmamıştır artık.
Erkiner’den sonra söz alan Teslim Töre ise, Erkiner’in söylediklerine katıldığını, kendisinin daha çok meseleye politik bakacağını söyleyerek sözlerine başladı. Devamla, Türkiye’de ve tüm dünyada solun ve sistemin tıkandığını ve bunu artık herkesin gördüğünü belirtti. Bu nedenle de sol artık hiç olmadığı kadar miras yiyordu.
Türkiye’de solun geçmişinin olumlu değerlerle dolu olduğuna, ama yanlışların da yapıldığına değinen Töre, Erkiner gibi kendisinin de doğrudan tanığı olduğu geçmişten örneklerle anlatımına devam etti. Örneğin Mahir Çayan’ın Deniz Gezmişlerin idamını durdurabilmek için yüksek bir devrimci dayanışma duygusuyla hareket ettiğini, ama buna karşın sol hareketlerde ideolojik üretimlerin hemen hemen hiç olmadığını, dışarıdan gelen teorilerin etkisiyle solun birbirine acımasız sert saldırılarda bulunduğunu, hatta birbirlerinden insanlar öldürüldüğünü, bu gibi yanlışların da bugün savunulacak hiçbir yanının olmadığını vurguladı. İdeolojik üretimsizlik ve yenilenememe, mirasyediciliğe götürmüş ve büyük bir hızla devrimci idealleri de yozlaştırmıştı. Böylece giderek devrimci mücadelede kişilik yıpranmaları ortaya çıkmıştı. O halde sorun bugün mutlaka yeni bir insan tipi yaratmak ve ideolojik yenilenmeyi başarabilmekti. İdeolojik yenilenmenin sınırlarını teorik açılımlardan, parti, birlik ve devrim anlayışına kadar genişletmenin gereğine değinen Töre, başka türlü çağa uygun bir gelişmenin sağlanamayacağını önemle vurguladı.
Töre’nin konuşmasında çok önemli bulduğumuz iki konuda; yeni insan tipi ve solda birlik meselelerinde açılımlar yapmak sanırım faydalı olacaktır.
Yeni İnsan, Gerçek Devrimci İnsandır
Paneldeki en önemli konulardan biri olmakla birlikte, yeterince açıklanamayan bir konuydu yeni insan anlayışı. Yeni insan Töre’nin deyimleriyle “kendi doğruları olan, kendine güvenli bireylerdi”
Yeni insan ya da insanın yenilenmesi aslında öyle yeni bir kavram değildir. Örneğin Mevlana da inasanı seven, ama aynı zamanda onun önüne yeni hedefler koyan bir felsefenin savunucusudur. Mevlana kim olursan ol, gel; ama insan olmaya gel der aslında. Che’de de yeni insan arayışı vardır. O da devrimci hedefler uğrunda insanın yenilenmesinin çok önemli olduğunu vurgular. Açıkça yeni insan konulu yazılarında insanı, araştıran, sorgulayan, yaratan ve yargılayan insan olarak tanımlar. Bu özelliklere elbette sosyalist hedefler ışığında sahip insan yenidir.
Şu halde görüyoruz ki, yeni insan ya da başka bir deyimle insanın yeni bilinci önemli ama açıklanmaya muhtaç bir kavramdır. İnsanın yeni bilincinden ne anlıyoruz?
Açıktır ki, yeni insan sadece karakter özelliklerini değiştirip güçlendirmiş ve bu anlamda “kendi doğrularını” edinerek kendine güvenli hale gelmiş insan değildir. Bunlar son derece önemlidir elbette, ama yenilenmiş insan bilinci esasta bu karakterleri de oluşturacak olan, zihinlerde ve yüreklerde kendi devrimlerini yapabilmiş insan olmalıdır. Yani şimdiye kadar mevcut olmamış yeni ve gerçek bir kurtuluş fikri ve ideolojisine sahip olan insandır. Bu anlaşılır ki, her zaman gerçekleştirilebilir veya her dönem sözü edilebilecek bir olgu değildir. Belli dönüm noktalarında ortaya çıkabilir veya gerçekleştirilebilir. Dünya kapitalizmden ve paraya dayalı sosyalizm gibi benzeri bütün çıkarcı sistemlerden bugün artık söz yerindeyse bıkmış, bütün bu sistemlerin çözüm olmadığını görmüştür. O halde bugünün yeni insanı aslında yıllardır, zaten sol arenada bolca şatafatlı sözlerle bahsedilen yeni insandan da kökten farklıdır. Çünkü bu yeni insanın bilinci, felsefesi, teorisi ve elbette paratiği de bambaşkadır. Bugünün yeni insanı, hangi türden olursa olsun söz yerindeyse “paraizme” karşı mücadele eden insandır. Bu bağlamda yeni insan bilinci, iddia ve idealleri değişmiş insana hizmet eder.
Yeni insanı birey kavramıyla karşılayabilir miyiz, sorusu da oldukça önemlidir. Hayır! Yeni insan, özde sosyo-ekonomik bir kavram olan birey kategorileştirmesiyle de açıklanamaz. Bizim kastteğimiz yeni insan, geleceğin toplumunun temel taşıdır. O toplumda, ekonomi, üretim ilişkileri vs. olmayacaktır. Birey ise insana daima değişik sosyo-ekonomik sistemler tarafından giydirilmiş olan bir kimliktir. Bir formatlamadır. Örneğin, feodalizmin bireyi farklı, kapitalizmin bireyi ayrıdır. Ama bireyin özünde daima, bir çıkar fenomeni yatar. Birey kimlikleriyle geleceğe taşınan insanlar, bu kavramın ayrılmaz parçası olan çıkar güdülenimlerinden kurtulamazlar. Bu anlamda biz güçlü bireyler değil, çıkar güdüleniminden kurtarılmış, doğanın ve anlaşılan anlamda toplum olmayan bir toplumun doğal öğeleri olan insanları yaratmalıyız.
Şimdi başka önemli bir konu olan solda birlik konusunda açımlamalar yapacağız.
Solda Birlik Değil Başkalaşma Gereklidir
Tarih bize defalarca kez gösterdi. Aynı anlayışlarla ve aynı yöntemlerle hareket edildiğinde, hemen hemen aynı sonuçlara varılır. Solda birlik arayışları da kuşkusuz ki yeni bir çaba değildir. Ama geçmişteki bütün bu birlik çabalarının nihai olumlu sonuçlara yol açtığını kim söyleyebilir? İstisnasız bütün birlikler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tabii ki bu başarısızlıklar değişik analizlere tabi tutulabilir. Değişik yönlerden doğru biçimde eleştirilebilir. Örneğin en ciddi eleştirilerden biri, solun birliklere daima fethetme mantığıyla yaklaştığı, başkasına başkası olan kimliğiyla saygı göstermesini bilemediği olacaktır. Doğru mu? Doğru. Öyleyse solun bir hastalığını karakterize eden bu özellik aşılmalıdır. Bu da doğru.
Ama bu aşma nasıl olacaktır? Sorun buradadır. Doğrudan söylüyoruz; solun örgütsel varlıklarını, plan, program, tüzük vs. geçmişe ait ne varsa koruyarak eklektik biçimde, geçmişteki gibi biraraya gelmelerini savunan “birlik” anlayışları bize göre olmamalıdır. Yeni oluşum, yeni ve gerçek kurtuluş teorisi olduğundan ötürüdür ki, bütün bunları reddeder. Geçmişin değerleri olarak geçmişte bırakır.
Bahsettiğimiz birleşmeler, esasında örgütlerin, partilerin biraraya geldiği birlik falan değil, bambaşka birleşimlerdir. İnsanın kesin ve gerçekten kurtuluşunu hedef alan özgürlük fikri doğrultusunda, eski varlıklarını deyim yerindeyse, geçmişe ait değerler olarak orada bırakıp feshetmiş insanların bu yeni düşünce ve eylem paratiği çerçevesinde biraraya gelmeleridir. Bu bir dayatma değil, yeni bir iddia ve ideal gösterimidir. Kurtuluş kılavuzudur, bir pusuladır. Kimsenin bu pusulayı takip etme zorunluluğu da yoktur. Herkes istediği yöne gidebilir. Bizim pusulamızı takip etmek isteyenlerin kim olduğuna hangi düşünce ve inançtan olduğuna bakılmaz. Bizimle parasız, çıkarsız, özgür bir dünyayı savunuyor olması yeterli bir ortaklık noktasıdır.
Kim olursanız olun, gelin; ama yaratılmış kendinizi yok ederek yeniye ulaşmak için gelin.
Yenilenmeyi hepbirlikte mutlaka başaracağız.
Sonuçta açık yüreklilikle ve büyük bir mutlulukla söylemeliyim ki, Halkevi’nin düzenlediği Panel son derece yerinde ve anlamlı olmuştur. Kitlelerde yarattığı yenilenme merakı ve heyacanı yüksek bir saygıyla selamlanmalıdır.
En içten saygı ve selamlarımla
Savaş Çeliker
14.04.2009
X adasına çıkan A, oldukça birikimli, kendinden önceki insanlık bilinç yaratımlarının büyük oranda farkında, kendine güvenen, yaratıcı, daima geleceğe yönelmeyi ve gelişmeyi seven biri olsun. Y adasına çıkan B ise daha fazlasıyla duygusal, kendinden önceki insanlık bilinç yaratımlarını abartarak adeta kuttsallaştıran, bu anlamda geçmişle daima idealize bir ilişki içinde olan, kısmen de kendine güvensiz bir insan olsun. Batan gemiden kurtulmayı başararak iki farklı adaya çıkmış bu iki farklı insan elbette farklı biçimlerde davranacaklardır. A adaya çıkar çıkmaz, iddia edilebilir ki, yüzünü hemen adaya çevirecek ve adada ihtiyaçlarını karşılayabilecek keşifler yapmaya yönelecektir. Çünkü onun önünde belki de orada kendi yeni uygarlığını kurma süreci durmaktadır. Böylesi bir durum insanlığın dünyaya ilk doğuşuna benziyor olsa da ondan çok farklıdır. İnsanımız A, adaya hafızasını kaybederek boş bir bilinçle değil, belli bir bilinç ve deneyim birikimiyle gelmiştir ve karakteri gelişmeye açıktır. Bu bilinç ve deneyim birikimi onun geçmişidir ve o, bu geçmişini adanın yeni şartlarında kuracağı yaşamında etken olarak kullanacaktır, yoksa şablon veya ideal olarak değil. İnsanımız B ise, yine iddia edilebilir ki; adaya çıkar çıkmaz, yüzünü adaya değil, hemen açık denizlere geri çevirecek ve geçmişinin duygusal dehlizlerinden onu kurtarmaya gelecek bir geminin ufukta görünmesini beyhude bekleyecektir. Bu bekleyiş onun temel yönelimi olacaktır ve bu nedenle adayla bir kaynaşma-keşif-yaratım ilişkisi kurmayacak, tam aksine adadan korkarak daima deniz kenarında, gözlerini denizden ayırmadan, geçmişinin nostaljik anılarıyla duygusal olarak beslenerek geçirecektir zamanını. Bu olsa olsa, insanımız B’nin farkında bile olmadığı bir sona aceleyle gidiş, bir hüzünlü tükeniştir aslında. B adada yeni yaşamını kurmaya yönelmemiş, deniz kenarında enerjisi bitinceye kadar beklemeyi yeğlemiştir. Açlık ve susuzluk onu adaya yönelttiğinde ise çok geç olacaktır. Adanın yeni olanaklarından yararlanabilecek enerjisi ve gücü kalmamıştır artık.
Erkiner’den sonra söz alan Teslim Töre ise, Erkiner’in söylediklerine katıldığını, kendisinin daha çok meseleye politik bakacağını söyleyerek sözlerine başladı. Devamla, Türkiye’de ve tüm dünyada solun ve sistemin tıkandığını ve bunu artık herkesin gördüğünü belirtti. Bu nedenle de sol artık hiç olmadığı kadar miras yiyordu.
Türkiye’de solun geçmişinin olumlu değerlerle dolu olduğuna, ama yanlışların da yapıldığına değinen Töre, Erkiner gibi kendisinin de doğrudan tanığı olduğu geçmişten örneklerle anlatımına devam etti. Örneğin Mahir Çayan’ın Deniz Gezmişlerin idamını durdurabilmek için yüksek bir devrimci dayanışma duygusuyla hareket ettiğini, ama buna karşın sol hareketlerde ideolojik üretimlerin hemen hemen hiç olmadığını, dışarıdan gelen teorilerin etkisiyle solun birbirine acımasız sert saldırılarda bulunduğunu, hatta birbirlerinden insanlar öldürüldüğünü, bu gibi yanlışların da bugün savunulacak hiçbir yanının olmadığını vurguladı. İdeolojik üretimsizlik ve yenilenememe, mirasyediciliğe götürmüş ve büyük bir hızla devrimci idealleri de yozlaştırmıştı. Böylece giderek devrimci mücadelede kişilik yıpranmaları ortaya çıkmıştı. O halde sorun bugün mutlaka yeni bir insan tipi yaratmak ve ideolojik yenilenmeyi başarabilmekti. İdeolojik yenilenmenin sınırlarını teorik açılımlardan, parti, birlik ve devrim anlayışına kadar genişletmenin gereğine değinen Töre, başka türlü çağa uygun bir gelişmenin sağlanamayacağını önemle vurguladı.
Töre’nin konuşmasında çok önemli bulduğumuz iki konuda; yeni insan tipi ve solda birlik meselelerinde açılımlar yapmak sanırım faydalı olacaktır.
Yeni İnsan, Gerçek Devrimci İnsandır
Paneldeki en önemli konulardan biri olmakla birlikte, yeterince açıklanamayan bir konuydu yeni insan anlayışı. Yeni insan Töre’nin deyimleriyle “kendi doğruları olan, kendine güvenli bireylerdi”
Yeni insan ya da insanın yenilenmesi aslında öyle yeni bir kavram değildir. Örneğin Mevlana da inasanı seven, ama aynı zamanda onun önüne yeni hedefler koyan bir felsefenin savunucusudur. Mevlana kim olursan ol, gel; ama insan olmaya gel der aslında. Che’de de yeni insan arayışı vardır. O da devrimci hedefler uğrunda insanın yenilenmesinin çok önemli olduğunu vurgular. Açıkça yeni insan konulu yazılarında insanı, araştıran, sorgulayan, yaratan ve yargılayan insan olarak tanımlar. Bu özelliklere elbette sosyalist hedefler ışığında sahip insan yenidir.
Şu halde görüyoruz ki, yeni insan ya da başka bir deyimle insanın yeni bilinci önemli ama açıklanmaya muhtaç bir kavramdır. İnsanın yeni bilincinden ne anlıyoruz?
Açıktır ki, yeni insan sadece karakter özelliklerini değiştirip güçlendirmiş ve bu anlamda “kendi doğrularını” edinerek kendine güvenli hale gelmiş insan değildir. Bunlar son derece önemlidir elbette, ama yenilenmiş insan bilinci esasta bu karakterleri de oluşturacak olan, zihinlerde ve yüreklerde kendi devrimlerini yapabilmiş insan olmalıdır. Yani şimdiye kadar mevcut olmamış yeni ve gerçek bir kurtuluş fikri ve ideolojisine sahip olan insandır. Bu anlaşılır ki, her zaman gerçekleştirilebilir veya her dönem sözü edilebilecek bir olgu değildir. Belli dönüm noktalarında ortaya çıkabilir veya gerçekleştirilebilir. Dünya kapitalizmden ve paraya dayalı sosyalizm gibi benzeri bütün çıkarcı sistemlerden bugün artık söz yerindeyse bıkmış, bütün bu sistemlerin çözüm olmadığını görmüştür. O halde bugünün yeni insanı aslında yıllardır, zaten sol arenada bolca şatafatlı sözlerle bahsedilen yeni insandan da kökten farklıdır. Çünkü bu yeni insanın bilinci, felsefesi, teorisi ve elbette paratiği de bambaşkadır. Bugünün yeni insanı, hangi türden olursa olsun söz yerindeyse “paraizme” karşı mücadele eden insandır. Bu bağlamda yeni insan bilinci, iddia ve idealleri değişmiş insana hizmet eder.
Yeni insanı birey kavramıyla karşılayabilir miyiz, sorusu da oldukça önemlidir. Hayır! Yeni insan, özde sosyo-ekonomik bir kavram olan birey kategorileştirmesiyle de açıklanamaz. Bizim kastteğimiz yeni insan, geleceğin toplumunun temel taşıdır. O toplumda, ekonomi, üretim ilişkileri vs. olmayacaktır. Birey ise insana daima değişik sosyo-ekonomik sistemler tarafından giydirilmiş olan bir kimliktir. Bir formatlamadır. Örneğin, feodalizmin bireyi farklı, kapitalizmin bireyi ayrıdır. Ama bireyin özünde daima, bir çıkar fenomeni yatar. Birey kimlikleriyle geleceğe taşınan insanlar, bu kavramın ayrılmaz parçası olan çıkar güdülenimlerinden kurtulamazlar. Bu anlamda biz güçlü bireyler değil, çıkar güdüleniminden kurtarılmış, doğanın ve anlaşılan anlamda toplum olmayan bir toplumun doğal öğeleri olan insanları yaratmalıyız.
Şimdi başka önemli bir konu olan solda birlik konusunda açımlamalar yapacağız.
Solda Birlik Değil Başkalaşma Gereklidir
Tarih bize defalarca kez gösterdi. Aynı anlayışlarla ve aynı yöntemlerle hareket edildiğinde, hemen hemen aynı sonuçlara varılır. Solda birlik arayışları da kuşkusuz ki yeni bir çaba değildir. Ama geçmişteki bütün bu birlik çabalarının nihai olumlu sonuçlara yol açtığını kim söyleyebilir? İstisnasız bütün birlikler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tabii ki bu başarısızlıklar değişik analizlere tabi tutulabilir. Değişik yönlerden doğru biçimde eleştirilebilir. Örneğin en ciddi eleştirilerden biri, solun birliklere daima fethetme mantığıyla yaklaştığı, başkasına başkası olan kimliğiyla saygı göstermesini bilemediği olacaktır. Doğru mu? Doğru. Öyleyse solun bir hastalığını karakterize eden bu özellik aşılmalıdır. Bu da doğru.
Ama bu aşma nasıl olacaktır? Sorun buradadır. Doğrudan söylüyoruz; solun örgütsel varlıklarını, plan, program, tüzük vs. geçmişe ait ne varsa koruyarak eklektik biçimde, geçmişteki gibi biraraya gelmelerini savunan “birlik” anlayışları bize göre olmamalıdır. Yeni oluşum, yeni ve gerçek kurtuluş teorisi olduğundan ötürüdür ki, bütün bunları reddeder. Geçmişin değerleri olarak geçmişte bırakır.
Bahsettiğimiz birleşmeler, esasında örgütlerin, partilerin biraraya geldiği birlik falan değil, bambaşka birleşimlerdir. İnsanın kesin ve gerçekten kurtuluşunu hedef alan özgürlük fikri doğrultusunda, eski varlıklarını deyim yerindeyse, geçmişe ait değerler olarak orada bırakıp feshetmiş insanların bu yeni düşünce ve eylem paratiği çerçevesinde biraraya gelmeleridir. Bu bir dayatma değil, yeni bir iddia ve ideal gösterimidir. Kurtuluş kılavuzudur, bir pusuladır. Kimsenin bu pusulayı takip etme zorunluluğu da yoktur. Herkes istediği yöne gidebilir. Bizim pusulamızı takip etmek isteyenlerin kim olduğuna hangi düşünce ve inançtan olduğuna bakılmaz. Bizimle parasız, çıkarsız, özgür bir dünyayı savunuyor olması yeterli bir ortaklık noktasıdır.
Kim olursanız olun, gelin; ama yaratılmış kendinizi yok ederek yeniye ulaşmak için gelin.
Yenilenmeyi hepbirlikte mutlaka başaracağız.
Sonuçta açık yüreklilikle ve büyük bir mutlulukla söylemeliyim ki, Halkevi’nin düzenlediği Panel son derece yerinde ve anlamlı olmuştur. Kitlelerde yarattığı yenilenme merakı ve heyacanı yüksek bir saygıyla selamlanmalıdır.
En içten saygı ve selamlarımla
Savaş Çeliker
14.04.2009
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa